İyi bir eş, anne, dişi, seksi, ev hanımı, iş kadını, dost, evlat, sevgili ve daha birçok şey olan mükemmel kadın, neden mutsuz olur? Çünkü bu kadınlar başkaları için yaşarlar! Bir ilişkide kadın, eşinin hayatını gereğinden fazla kolaylaştırdığında, iyi bir iş yapmış olmaz. Her sorunu çözebilen, sorumlulukları üstünde taşıyan, düzeni koruyan ve bunun için insanüstü çaba gösteren kadın, karşısındaki erkeğin genetiğini bozar. İnsan doğası almaya, tüketmeye eğilimlidir ve rahata çabuk alışır. Mükemmel kadın, her konuda başarılı olduğundan, karşısındakine yapacak bir şey bırakmaz. Armut piş, ağzıma düş! İlişkiler, paylaşım olmadan büyümez. Kadın ve erkeğin gelişimi, yaşamın getirdiği sorumluluklar, dersler ve çaba ile doğru orantılıdır. Çocuğunun okul ödevlerini kendisi yapan bir anne, evladının öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini engellediğinin farkında değildir. Aynı durum ilişkilerde de geçerlidir. Eşinin işlerini üstlenen, yapması gerekenleri onun yerine yapan, beceremediklerini bir şekilde halleden mükemmel kadın, mutsuz olmaya mahkumdur. İşin garip tarafı, bu yapıdaki kadınların ilişkileri genellikle hayal kırıklığı ile biter. En çok aldatılan, terk edilen kadınlar, kusursuz kadınlardır. Neden aldatıldıklarını anlayamazlar. Üstelik, eşlerinin seçtikleri kadınlar, kendilerinden çok daha vasıfsız olanlardır. "Benim neyim eksikti?" Bu cümlenin cevabı havada kalacaktır, hatta şok etkisi bile yaratabilir ama eksik olan kusurdur. İlişkiler paylaşım üzerine kuruludur. Mükemmel kadın, eşinin yapacaklarını üstüne aldığında, zaferlerini de elinden almış olur. Çaba göstermek, uğraşmak için ortada sebep bırakmaz. Heyecanı, hevesi kalmayan bir eş, doğal olarak gidip, kendini göstereceği, yaratacağı başka ortamlar arar. Çevrenizdeki insanları bir düşünün. İçlerinde, mükemmel olduğuna inandığınız ama hala neden evlenemediğini ya da mutsuz bir ilişkisi olduğunu anlayamadığınız kişiler yok mu? Dışarıdan bakıp, dört dörtlük kadın dediklerinizle birlikte yaşadığınızı hayal edin. Hazır bir hayat. İlk başlarda çok keyifli gelse de, zaman içinde son derece sıkıcı, tek düze ve boş bir yaşam şeklini alır. İnsani egonuz zarar görür. Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir. Sürekli başkaları için yaşamak, onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak, hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar. Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz. Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez. Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir. Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar. İlişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir. Mükemmel kadın mutlu olamaz. Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur. İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur. Mükemmellik, insana ait değildir. Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın. Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
En uzak mesafe ne Afrika'dır, Ne Çin, Ne Hindistan, Ne seyyareler Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan… En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.. Birbirini anlamayan...
Sevgili dostlar bir sureligine vatani borcumuzu,askerlik hizmetimizi ifa etmek icin internet ortamindan uzak olacagiz,
Canakkale'de, Sakarya cephesinde, Sarikamis cephesinde askerlik yapmak ile kiyaslanamayacak kadar zor olmasa da bizimkisi, bu ülkenin kürdü,cerkezi,lazi,arabi,azerisi ve diger her bir vatandasi gibi askerlik hizmetimizi tamamlamak icin silah altina alinacagiz,
Bu ülkenin bütünlügü,özgürlügü icin canini vermis, sehit olmus, gazi olmus, emek harcamis tüm insanlari rahmet ve minnet ile anarak, bir sureligine hoscakalin..,
Tüm askerlere de hayirli teskereler temennisi ile..
Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı... Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metod vardı içinde.
Deniyordu ki; "arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün"... Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım... Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum...
Ama " kendi ölümümüzü ve cenazemizi " düşünmemiz tavsiye ediliyordu... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an... Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim...
Diyordu ki; " bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terk ettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız... Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin... Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın... Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz... Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi... Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin...”
Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım... Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine... Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini... Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı...
Görüyordum işte "babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlumu... Eşim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu per perişan... Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, O gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını... Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan ses tonlarıyla... Ve dostlarım... Onlar da şaşkındı... Bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu... Bunları seyredip onlara "hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim hayal olduğunu unutup...
Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın... Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide... Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar... Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim... Almam gereken dersi ve mesajı almıştım... Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum... Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum... Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik...
Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı… Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında... Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde... İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak... Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım... Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin...
Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti… Ağlayacaktı aklına geldikçe... Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları... Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni... Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle... Bak mezuniyet törenimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine... Diyecek canı yanarak bir köşede...
Sevgili eşim... Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe? O ki, benim için her şeyini feda edip koşmuştu bana... Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı... Bir daha " Seni seviyorum " diyemeyecekti... Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı... Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne... Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün... Tek cümlesi takıldı o an içime; " Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik ?"
Babam-annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar... Helaldi şüphesiz hakları... Bilerek hiç kırmamıştım onları... Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak... Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek...
Diğerlerine geçmiyorum...
Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre "diğerlerine" artık sizler de dâhilsiniz...
Düşünün, bir gün bir mail ulaşıyor gelen kutunuza "ölmüş“ diye...
Sizler kim bilir neler düşünür ve yazardınız...
Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...
Oysaki yazarın amacı "Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini" göstermekti...
Benim de öyle...
Lafı çok uzattım farkındayım... Ama dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı...
Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM...
Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"...
Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim...
Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...
Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı...
İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı...
Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence...
Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim...
Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki... Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın...
LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN...
Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah' tan başka bilen yok...
İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin...
Unutmak ne dipsiz bir şeydir ki, unutanlara unuttuklarını bile unutturuyor.. Unutulmak ne acı bir şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamıyor. Unutuştan cıkarıldık her birimiz ,yüzümüz gün yüzüne değeli ,tenimiz güneşe erişeli beri, Unutulmaktan alindik unutmaktan sakindik,Hatiri sayilir olduk ,ne var ki, Unutmak yasamak kadar elimizin altinda,ve unutulmak ölüm kadar yanibasimizda.. Ölüm bizi geldiğimiz yere ,nisyana götürüyor tekrar...Ölüm unutuşlara gömüyor yüzümüzü Tenimizi tanıdıklarımıza yabancı kılıyor,yasarken ölümü anmiyoruz o yüzden Yasarken ölümle aramiza sahte uzaklar koyuyoruz unutulmak korkusu bu En cok unutulacagimizi unutuyoruz ve ve herkesin unuttugu anlarda Hatırlanmaya deger olmadigimiz zamanlarda hatirimizi tek sayanin yaradanimiz oldugunu cabucak unutuyoruz.... Sen ki hic unutmadin ve hic unutmazsin bizi, bize senin zikrini unutturma Rabbim.......Hatırlaki, toprak ayaginin altindan cekiliyor ellerin son defa dokunuyor güle ve güne Gözlerinin karasi son kareyi aliyor isiktan ve karanliga hazirlaniyorsun. Gözkapaklarinin kapanisi, seni bir dağın ardına götürecek. Unutmaya ve unutulmaya hazirlaniyorsun. Varligin, incecik dudaklarda bir kuru söze dönüsecek ,O dudaklardan insan sicagini tadamiyacaksin mesela... Hatiran bir tastan ve hüzün renkli bir topraktan ibaret kalacak.... Kahkalar seni yanliz birakacak... Mutluluklar seni hesaba katmadan tamam olacak .Sana arkalarini dönecekler........ Dönüp yüzüne bakmiyacaklar, senin kokun uzaklarin kokusu olacak... Tenin topragin sogugunu tadacak.. Ve gelecek ölüm. Gözleri, gözlerin olacak! Hatırlaki, yarınki gün seni taze bir toprak yigininin altinda bulacak.. Bir gün saatinin akrebi senin uzanamadığın anlara dogru dönecek.. Sen olmiyacaksin, ve kolundaki saat sensiz zamanlari tirmaniyor olacak... Sulamayi unuttugun cicegin bile ,senden sonra solacak. Yüzüne gün isigi vurmayacak ... Hayatinin ebedi rengini ,dar ve sessiz bir boslukta bulacasin.. Ya küle dönecek, ya güle dönüşeceksin... Yarinsiz ve sonsuz bir günün yanaginda incecik bir gamze olup kristalleseceksin... Yüzün solacak, ellerin, hiç bir yere varmayacak, parmaklarin, hic bir şey göstermeyecek... Ve ayaklarinin altinda, hep bosluk kalacak.. Unutmaki simdi toprak ayaginin altindan cekiliyor, Yürüdükce,ince bir hesap cizgisine cekiliyorsun.. Unutmaki elinle ölüme dokunuyorsun. Elinle ölümü dokuyorsun. Hatırlaki ,gözlerin ölüme bakiyor, gözlerin bir cesedi alacakaranliga tasiyor.. Hatırla o zamaniki, sen boz topraklar altinda ,derin unutuslarda eriyorsun. En son kaleminin karanlik izi kalıyor soguk sayfalarda. Ve sözlerin kırık dökük hatiralara dönüşüyor Solgun bir gül gibi, elden ele dudaktan dudaga dolasiyor. Hatirla, hatırlaki sen sözleri genc kalpleri taze asklara tasiyan ölü bir sairsin ... Hatirlaki ,sen masum ve sonsuz bakisli gözlerin kapi aralarinda bekledigi bir babasın.. Baba cigliklarini sana eristiremiyor oglun, Elinin sicagi özlenen sevgilisin sen . Hatirla ,hatırlaki iki rakam arasinda cizilmis egreti bir cizgiye indirgenmissin.. Mezar tasin unutuldu, ve hatta mezar tasin bile, seni unuttu diye ve hep baskalari var disarida ,Hep yabancilar geziyor yıkık mezar taslari arasinda... Kimsenin tanidigi degilsin artık, kimsenin özledigi degilsin... Kimsenin beklediği degilsin, kimsenin ardi sira gözyasi döktügü degilsin, kimsenin ölüsüde degilsin.... Tipki simdi oldugu gibi oysa sen ve son ne kadarda uzak görünüyordunuz birbirinize ...