
Hepinizin Binlerce Arzusu Var... Kanser Hastasının İse
Sadece Bir Arzusu Var , O da ''İyilesmek''...
Sadece Bir Arzusu Var , O da ''İyilesmek''...
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, okunmaya hazırlıksız bir yazı. Kimse okumasın diye daha yazmamıştım. Canıma tak etti feryatları,”yaz” dedi beni, çünkü yazmak hayattan öç almaktı bir nevi. Oysa hiç yazmadım ben ruhumda zorla sıkıştırılmış namlusu kendine dönük mersiyelerimi, içinden onca harf çalınmış alfabemle. Oysa boştu bu kâğıt biraz önce bütün çıplaklığıyla.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, berraklığını hiç kaybetmemiş sesinin yadigârı. Yalnızlığın ritmini arıyordum bütün solo parçalarında, aşk bestelerinin. Belki de sadece seni dinlemek isteyişindendir, sağır kulaklarım, yine bu yüzdendir belki duyabildiğim en güzel şarkı, senin sesin. Acaba kalmış mıdır bana da yokluğunun acısını dindirecek kadar sessizlik musikisi? Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, tıpkı ismin, tıpkı yüzün gibi nur ve seni anlatmaya yetersiz olduğu için utanıyordu bütün sözcükler. Necm-i gisü-dâr boşluklarında bir ümit çığlığıydın dudaklarımda. Her kelimeyi en iyi arkadaşımmış gibi seçiyordum ama nedense her seferinde hayal kırıklığı olarak geri dönüyordu çehreme.Hayal kırıklığına uğramamanın en kati yolu hiç hayal kurmamaktır demiştim zamanın birinde. Ve zamanla anladım ki daha kesini hiç sevmemek. Raydan çıkmış vagon misali sevgimi taşıyamadıkları için utanıyordu bütün sözcükler.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı kalemimin kırık ucundan önce üç beş damla gözyaşıyla hoş beş oldu biçare. Belki de sen de bu sahneye yabancı değilsin, gönül iklimlerinde kırkikindi yağmurlarına tutulmuş kirpikleri şemsiye görevi göremeyecek kadar aciz sırılsıklam sevdalara yangın ben gibi. Yeter artık dercesine tam teşekküllü seni anlatır gözyaşlarım ve bir bebeğin rutin apalayışları gibi pare pare damlarlar kâğıt üzerene. Ben ağladım ve sadece sen ağlattın, içimdeki yangınları söndürüp kaçayım diye. Sözlerin vardı umutsuzluk devranlarını sıvazlayıp mızraklara, arkamdan sapladığın. Sözlerin vardı binlerce kişilik orduyla üzerime gelen ve ”seviyorum” diyen dillerimi tarumar eden. Sözlerin vardı hayatımda görüp görebileceğim en dingin Azrail’i sunuyordu bendime ve benimde sözlerine karşılık bir yokluk reçetesi, bir sensizlik abidesi nalân gözyaşlarım.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, gül kokulu bir papirüs belki de, alışılagelmişliğin dışında, kirli ellerim dokunduğu için siyah, düşüncülerimi aktaramayacağım kadar ak ve pak ve hiç kimseye derdimi anlatamayacak kadar davacı olduğum bu hayatta titrek ellerimin arasında süzülen sevgili. Bense tarihin tozlu raflarında kalmış engizisyon mahkemelerinin dili nasırlı arzuhalcisi. Kendi davamı yazıyorum ve şikâyetim kendime. Tanığı da benim sanığı da sana olan sevgimin. Yalnız yargıcı sen olduğu için anlamsız görünüyor yaratılışın bütün yanılgılarına inat, koyu sisleri arasında zindanlarım. Yargıcı sen olduğun için her koltuk sanki bir elektrikli sandalye ve her mekân bir giyotin gölgesi.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, her şehre açılabilen sırlı bir kapı. Paris’te yıldırım kadar devasa bir kule, Berlin’de ise olmayan bir duvar kesiyor önümü. Venedik’te gondol savasında suyun ışığı yansıtmasına lanet okuyuşlarım. Filistin’de bir çocuğun gözyaşlarıyla tanışmasına tanık oluyorum naçar içinde. Endülüs küskün, Bosna kangren. Halepçe’de gülün solgunluğunda nefesler. İstanbul desen, hiç sorma… Bütün şehirler yaralı ve kendine yalnız yokluğunda. Sensizliğe yakınan her şehirle hemşeriyim.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı. Önce ruhuma sonra kâğıda yansıdı hayalin ve artık cennet bahçelerinin en uzak diyarlarına gönderilebilecek gül yaprağı pullarıyla güzide bir kartpostaldan farksızdı. Saçlarında hiçbir zaman kordale olamamış bu yorgun eller güzelliğinin üzerine yazacak hiçbir şey bulamamanın şaşkınlığıyla aniden duraksadı. Gözlerin dilrüba kuyumcularında inci-mercan boncukları dizerken, dudakların mücevher demeye kıyamayacağım kadar parlıyordu sineme. Saçların ki benim gibi aciz bir şairin mecazisi ile betimlenemeyecek kadar nazenin, her türlü teşbihe kapalı, uğrunda öylesine ölünesi, öylesine susulası, öylesine yanılası… Ve birde sevgin vardı benden esirgediğin, sevda dairesinde bir iksirdi bu yaralı yüreğime.
Biraz önce elimde boş bir mektup vardı, şimdi yerinde boş bakışlar…
Fatih CANAVAROĞLU
Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?
Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.
Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.
Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.
Neler yazmışım diye merakımdan.
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.
Can DÜNDAR
kaynak : http://www.yazilar.net/y/161/oylesine_bir_mektup_can_dundar
resim :http://webmymun.blogspot.com/2008/04/ylesine-zledim-ki.html
BAZEN...
Bazen olur ya, dünya dar gelir insana.
Koca dünyaya sığmazsın…
Bazen olur ya, dağlara kurşun yağdırmak istersin.
Avazın çıktığı kadar bağırmak…
Bir ormanda yürümek istersin amaçsızca.
Uzaklara yelken açmak istersin…
Hani, arada olur ya; sol yanında bir sızı,
Bütün acıları içinde hissedersin…
Dizlerin takatsiz, iliklerin boşalmışçasına,
Dudaklarında anlamsız cümleler,
Rüzgârlara sarılmak istersin…
Bazen yolları tüketmek istersin,
Bazen yollar seni tüketsin,
Tüketsin de, yüreğindeki sızıyı dindirsin istersin…
Bazen canına tak eder, isyan edersin.
İnsanlar, bölük bölük,
Bana göresi kalmamış dersin.
Hani,
Hani, bazen sevemezsin.
Sevmek istemezsin.
Çocuklar gibi sadece sevilmek istersin.
Bazen tükenir dudaklarındaki ıslaklık.
Sonbahar yaprakları gibi dökülür umutların.
Meyvesiz, dalsız kalırsın.
Anlamsız gelir sana hayat,
Yeşermek için başka bahara umut bağlarsın…
Bazen nefrete dönüşür, içinde büyüttüğün sevgi.
Dua etmek bile gelmez aklına,
Anlamsız gelir mısraların ahengi,
Veda etmek istersin bugüne, yarına,
Hani kutsamak istersin ihaneti…
Bazen ihanetin başka adıdır sevda dediğin.
Tutsağı olunmuşsa kahpeliğin.
Kekik kokusu tükenir dağlarda,
Suyu biter denizlerin…
Bazen olur ya, dağlara kurşun yağdırmak istersin.
Avazın çıktığı kadar bağırmak…
Bazen dünya dar gelir ya insana.
Koca dünyaya sığmazsın…
Anladım…
Bazen sevmek susmakmış,
Ardına bakmadan gidebilmek,
Bazen sol yanındaki sızıya aldırmamakmış,
Bazen acılara gülebilmek…
20.10.2010 FAHRETTİN ÇELİK
kaynak : http://www.samsathaber.com/index.php?ind=reviews&op=entry_view&iden=181
Ara Güler İstanbul'u Dinliyorum
ISBN 9786058883208 Basım Yılı 2010 (1. Basım) Kitap Yayınevi |
Ara Güler 1950'li yıllardan beri, önce Yeni İstanbul gazetesinin, daha sonra da Time-Life gibi uluslararası magazin dergilerinin muhabiri olarak ilgi duyduğu her şeyi fotoğraflarıyla kaydetti. Ara Güler'in amacı, çektiği fotoğraflarla bir kentin yaşam ritmini ortaya çıkartmak, insanlarını gözlemlemek, bazı sahneler belirleyerek onları fotoğrafa uygun bir kompozisyon haline getirmektir. Onun fotoğraflarında yeni buluşlarla değil, yaşamdan kesitlerle, sanatsal ortamın aşırılıklarıyla değil, gerçek yaşama ait, saymakla bitmeyen çeşitlilikteki sahnelerle karşılaşırız. Ara Güler'in fotoğraflarındaki estetik, onun insanı doğrudan ve gerçekte var olan çevresi içinde anlamasından kaynaklanmaktadır. Fotoğraflarında bu dünyaya ait hiçbir şey, örneğin Oscar Wilde'ın şiirlerinde olduğu gibi, ince ve zarif bir biçimde yansıtılmaz. Belgelediği her şey tam da olduğu gibidir ve bizzat kendisi tarafından yaşanmıştır. |
zaman ve
bunlardan ilki thesixtyone:
i̇şitsel hazzı görsel hazla arttıran site benim favorim.
jazz severlerin altın madeni olarak gördüğüm site tam bir hazine. i̇çerisinde farklı sub-genre jazz müzikleri sayesinde bu tarzı daha iyi tanıyabilirsiniz
son
sitenin öngördüğüne göre toplamda 16 tane modumuz var ve renkler bu modlarımızı ifade ediyor. bir tane renk seçiyorsunuz ve site o renge
müzik tarzı olarak en
bunların yanında çoğumuzun bildiğini düşünerek bahsetmediklerim var ki onlar da gerçekten başarılı ve
last.fm
stumbleaudio
ilike
maestro
müziksiz kalmayın!
kaynak :http://www.bildirgec.org/yazi/yeni-muzikler-kesfetmenin-yollari