Hosgeldiniz...

...Biz Bir Aileyiz...

27 Kasım 2008 Perşembe

hayirli,umut dolu,gülücüklerinizin cogaldigi güzel bir cuma günü diliyorum...



«Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Adem (a.s.) o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün cennetten çıkarılmıştır.»
(Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.)

resim : http://www.ademsonmez.com/

Adam Kapıdan Bir Anahtar Yonttu...


KESİT

"bir resimdi işte
tandan ikindiye sarkan
kara kalem çalışılmış sürekli
ışık yoktu

önünde saçlarımızı tarardık
ölüm müydü o yalınlık
yoktu


ve gamzelerinin türevi
o cânım kırışıklığında alnının
o ceylanda bir yığın kan yazması
yüzün yoktu

hani bütün hüzünlere nesnel karşılık diye
bir sınavda kullanılan su gibi
utangaç ve bir kez daha
acıtarak göğsümün sarplarını
yüzün yoktu

ne çok güz ölüsü böyle
diyorum küllerinde bir ateş çatsam"

İlhami Çiçek


“Adam devasa bir demir kapının karşısında durdu. Her yolu denedi, kapı ne açıldı ne delindi. Adam sabretti ve kapıdan yürek kadar bir parça kopardı. Açılan delikten kendisi geçemezdi. Ama o demirden bir anahtar yontmayı becerebildi.” diye yazıyorum. Yazının yanında aniden bir pencere beliriyor. Demir parmaklıklı… Dışarı çıkamasam da ayaklarımı sallandırıyorum boşlukta. Etrafa bakıyorum. Sonra-sonra, görüyorum. Bu pencereden bakmamla duvarla aramdaki iletişimim değişiyor.

Aşılmaz bir duvar, açılmaz bir kapı, çözülmez gibi görünen bir düğümle karşılaştığımda düşünürüm... Ortada bir kilit varsa anahtarın olması kaçınılmazdır! İlk kilit icat edildiğinden beri onun anahtarlarla, maymuncuklarla vermiş olduğu mücadeleyi, insanoğlunun açmak ve kapatmak için verdiği mücadeleyi düşünmek sabırda sebatıma iyi gelir. Kilit ne denli karmaşık ve güçlüyse; anahtar da o eşdeğerde bir kuvvete her zaman ulaşmıştır! Öyleyse endişelenmek ve umutsuzluğa kapılmak yerine çözümün zamanını öne almak için çalışıp, sabırda sebat etmeliyiz. Zira bir kilidin hükümranlığı; anahtarı bulununcaya, anahtarınki ise yeni ve daha karmaşık bir kilit buluncaya kadardır. Zannımca bu böyle kıyamete dek sürecektir!
***

Bu duvarı kaçıncı boyayışım. Dumanlı ve buğulu… Gri tonda bir astar her rengin arasında… Bu duvar kaç astar daha kaldırır? Kaç küf ve kül… Hüznün tüllerini çekerken ruhuma, sancılı ve huzursuz olan yine ben…

Burada yaşayan her şey gibi acı çekiyorum. Ruhumun dinginliğini bir açıdan buna borçluyum. Fizik kanunlarından pek anlamam ama suyun ve havanın bir direnci olmasaydı sanırım ilerlemek isteyen nesne ne kadar büyük bir güce sahip olursa olsun hedefe doğru ilerlemesi mümkün olamazdı. Rasim Özdenören “Eşikten Duran İnsan”da “Yaşasın duvarlar!” derken bunu kastetmişti sanırım. Varılmak istenilen hedefe doğrultlan bu ilerlemeyi biraz da bizi bu yolun aksi istikametine zorlayan güçlerin yerine göre istem dışı yardımlarına borçluyuz. Böylelikle ters istikametten bize doğrultlan güç dayatması, savrulmamıza mani oluyor da denebilir. Rotamıza doğru savrulmadan ilerlemeyi çevremizi kuşatan bu dirençle kolaylaştırabiliriz şayet bunun bilincine zamanında varabilirsek.


Güçlükler ve kötülükler; karakalem çalışılmış bir resimdeki gölgeler gibi vakti geldiğinde herşey mahiyetinin, varlığının hakkını verdiğinde, aydınlık olanın hayatımızda daha bariz ışımasına vesile olacaklardır. Elbette bu tefekkürüm bizi Polyannacılığa götürmez, götürmemeli... Fakat pasif iyiler, aktif kötüler kadar çalışasalar yani aktif iyiliğin hakkını verseler bu duruma gelmezdik sanırım. Pasif iyiler, aktif kötülerin kötülüklerini beslemeklikleriyle, yapılan haksızlıkların, yaşanılanların sorumluluğuna ortaktırlar. Mazeret üretmekte üstlerine kimse bulunmaz ama bu, vakti geldiğinde bedel ödemekten kurtulacakları anlamına gelmez.

Şahitlik ettiğimiz asrın harici tarihini zahiren gücün sözünü konuşturanlar yazıyor olsalar da dahili tarihe şahitlik eden ve bu tarihin taşlarını şiltenin bir ucundan da olsa tutarak doğrultmaya, daha güzele taşımaya çalışanlar, yakın tarihte böyle gözükmese de harici tarihin değişimine de vesile olacaklardır inşeallah!

Dilsizmütercim:

Meryem Rabia Taşbilek
kaynak : http://dilsizmutercim.blogcu.com/

25 Kasım 2008 Salı

Ruhumu yedi kez aşağıladım...


İlki, onu yükseklere ulaşmaktan kaçındığını gördüğüm zamandı,

İkincisi onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı,

Üçüncüsü kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı,

Dördüncüsü bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı,

Beşincisi güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı,

Altıncısı bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı,

Ve yedincisi bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Halil Cibran Kimdir ?;
(1883 - 1931)


1883 yılında Bechari’de doğdu. Oniki yaşında iken ailesi ile birlikte Amerika’ya göç etti. İlk orta ve lise öğrenimini Boston’da tamamladı. Daha sonra ısrarı üzerine ailesince Beyrut’taki El Hikmet Medresesi’ne gönderildi. Yüksek öğrenimini burada bitiren Cibran, 1902′de bir daha dönmemecesine ayrıldı anayurdundan.

1902-1908 yılları arasında resim yaparak geçimini sağladı. 1908′de Paris’e gitti; güzel sanatlar akademisi’ne yazıldı. Üç yıl süreyle çağının en büyük heykeltraşı Auguste Rodin’den ders aldı. 1911′de yeniden Amerika’ya döndü. 1918′de ilk kitabı “The Madman-Deli” yayınlandı.

1923′de “The Prophet-Ermiş” basıldı. Bu kitabıyla adı bütün dünyaya yayıldı. “Jesus, The Son of Man-İnsanın Oğlu İsa” ve “The Earth Gods-Yeryüzü Tanrıları” adlı kitaplarıyla bu başarısını pekiştirdi.

1931 yılında New York’daki küçük bir çatı katında yoksulluktan ve birbiri ardına gelen hastalıklardan kurtulamayarak öldüğünde 48 yaşındaydı.
***(bu yazı alıntıdır)***

kaynak :http://halimkar.blogcu.com/halil-cibran-ruhumu-yedi-kez-asagiladim_20819541.html
resim : http://www.dipsizkuyu.net/forum/38-kuyu-bakraclari/15808-su-anki-ruh-halinizi-hangi-resim-anlatir-c.html

Bir Eflatun Masalın Kutup Halleri...


-ba


Dokundukça acıyan yaralar kadar sahiciyim

Gizlendikçe göze çarpanlar kadar sahici,

Bir şehre çatılarından bakarmış gibi bakma bana

Kuş bakışı, uzaktan ve yabancı.


Söylendikçe eskimez benim şarkım

Ve sustukça unutulmaz


En keskin çehresinden, çekingen ve geçirgen

Tırnaklarıyla ruhuma mıhlanmış

İçimdeki kara kedi, tırmaladıkça duvarlarımı

Gözlerime yağar tüm siyahi bulutlar

Yine de, derdimden habersizce severim ben derdimi


Ey ruhumun tüm sökülmüş,

Terzisini arayan yanları

Fırlatıp tüm “Kufe”liğini bir yana zamanın

Sura üfler gibi ruhuma

Aşina bir dille fısıldamalısın

Yarım kalmış eflatun masalları

Ve mıknatısın tüm kutup hallerini

Öğretmelisin bana

Tökezlediğim seferlerde yeniden

Yön bulmam için


Çakılmış bir çivi gibi mıhlanmış

Bu, günden güne daha da ekşiyen

tanımlayamadığım -efkarı-

Sivri ve gürültülü

Bir vidayı söker gibi,

Yavaş yavaş

Bir sema ahengiyle

Ayıklamalısın saçlarımdan


Sonra, bir ağaca yaslanır, bir dalı silkeler gibi

Müşterek sevinçler çoğaltarak ağlamalıyız...

Gün ve güneşi unutturacak,

Gecenin karanlığından elem duy-ur-mayacak

Bir huzur doğurmalıyız bunca iç kanmaya


Tüm mecaz düğümleri çözerek

Her boydan ve renkten halimizi örten

Burkulmalardan arınarak

Hal tercümemizden

Şiirler okumalısın bana

Aynalarda asılı kalan acımı sırlayacak


-ba

Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek
kaynak: http://dilsizmutercim.blogcu.com/
resim : http://www.lysabell.com/?p=9

radyo