24 Ağustos 2009 Pazartesi
GDO ihtimalinde uzak bir ay geçirmeye davet ediyoruz sizi!
Türkiye'de neyin içinde GDO'lu ürün var, söylemek çok zor. Ama, bal gibi biliyoruz ki, en "benimdir" dediğimiz mısırdan bile üretilse mısır şurubu, üretiminde kullanılan organizmalardan dolayı GDO'lu oluyor ve Coca Cola benzeri içeceklerden baklavaya kadar pek çok kılıkta karşımıza çıkıyor. Benzer şekilde soya lesitinine karşı da endişelerimiz var. Soya lesitini genelinde kötü sayılmadığı ve endüstriyel üretimde muazzam bir kolaylaştırıcı olduğu halde, ülkemize giriş yolunu bilemeyeceğimiz ve "GDO'lu soya yetiştiren bir ülke aracılığı ile ithal" bir soyadan da üretilebilen; zaten (örneğin:) ithal edilmiş bir kuvertür sayesinde çocuğumuzun yaşgünü pastasına çikolata kreması kılığında da eklenebilen... asla takip edemediğimiz bir ürün olması münasebetiyle, endişemiz pek sahici, pek yerinde.
Bakın bakalım, içinde nbş (nişasta bazlı şeker,) mısır şurubu, glikoz şurubu ya da soya lesitini olan bir şeyleri yemeden, içmeden 30 gün geçirebilecek misiniz? Bakın bakalım, yediklerinizin arkasını okurken daha başka neler bulacaksınız içerik listelerinde. Bakın bakalım ne olduğunu anlamadığınız içerikleri sorguladığınızda ne cevaplar alacaksınız "tüketici memnuniyeti temsilcileri"nden.
Bakın, deneyin. 30 gün, dile kolay, GDO ihtimalinden uzak beslenmek mümkün mü, henüz GDO'lu tarıma yasal olarak "evet" bile dememiş memleketimizde, deneyin.
http://fikirsahibidamaklar.blogspot.com/2009/08/harikulade-bir-siteden-esinlendik.html
Yeni nesil hastalıklardan korunun

3G geldi, iletişim hızlanacak… Ama radyasyon katlanarak artacak, elektromanyetik dalgalar çevremizi daha çok kuşatacak, alzeimer, kısır, astım, alerji, kalp, sinir, beyin kanseri hastaları artacak ve bilmediğimiz birçok hastalık çoğalacak şimdi sevinelim mi? Tabiat ağlarken ve insan sağlığı tehdit altındayken biz sevinemiyoruz! İyilik ve güzellik için araştırmaya devam ediyoruz…
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta sorularımızı yanıtladı.
Elektromanyetik dalgaların artması ile hangi hastalıklar ortaya çıkacak?
Başta cep telefonları, baz istasyonları, kablosuz bağlantılar, kablosuz telefonlar, bilgisayarlar, televizyonlar, DVD’ ler, yazıcılar, mikrodalga fırınlar, gibi alet ve teknolojilerin hayatımıza getirdiği pek çok fayda ve rahatlık yanında, sağlığımız açısından bir takım olumsuz etkileri olduğu da ortaya çıkmaya başladı. Elektromanyetik Aşırı Duyarlılık Sendromu ya da kısa adıyla EMADS, elektronik aletlerle ilişkilendirilen rahatsızlıklardan biridir.
EMADS (Aşırı Duyarlılık Sendromu) nasıl bir hastalık?
Adı her geçen gün daha çok duyulan EMADS henüz tüm uzmanlar tarafından bir hastalık olarak kabul edilmiyor. Meselâ, hiçbir klâsik tıp kitabında bu hastalığın adı geçmiyor, ama Dünya Sağlık Örgütü’ nün EMADS ile ilgili yayınları var; bununla ilgili araştırmalar ve uluslararası toplantılar düzenleniyor.
Belirtileri neler?
EMADS klinik belirtilere göre tanısı konan bir sendrom; herhangi bir röntgen veya başka bir laboratuar bulgusu yok.
EMADS beş temel belirtisi olduğu kabul ediliyor:
"Deride kızarma, karıncalanma ve yanma hissi
Konsantrasyon bozukluğu, dikkat dağınıklığı, unutkanlık
Hâlsizlik, yorgunluk
Baş ağrısı
Göğüs ağrısı, çarpıntı ve kalp problemleri
Bunların dışında bulantı, baş dönmesi, uyku bozuklukları, kas ağrıları,
hazımsızlık, şişkinlik… gibi daha az rastlanan şikâyetlere de rastlanıyor. Tabii ki, her hâlsizliği olanda, her başı ağrıyanda veya çarpıntısı olanda akla ilk gelecek hastalık EMADS değil. EMADS, bu belirtileri açıklayabilecek bir hastalığı olmayanlarda düşünülmesi gereken bir sendrom.
Kişisel duyarlılık önemli olabilir mi?
EMADS’ ın hangi mekanizma ile ortaya çıktığı da henüz kesin olarak bilinmiyor, ama elektromanyetik radyasyonun özellikle sinir ve bağışıklık sistemlerini etkilediği düşünülüyor. Bazı kontrollü laboratuar araştırmaları, belirtilerin şiddetinin maruz kalınan elektromanyetik radyasyonun derecesi ile ilgili olmadığını göstermiş. Bundan dolayı da EMADS’ ın ortaya çıkmasında manyetik radyasyon dışında başka faktörlerin de etkili olabileceğini savunanlar var: Flüoresan lambaların titreşimleri… ekranların parlaklığı… sürekli bilgisayar başında çalışmanın yarattığı ergonomik problemler…. bunlardan bazıları. Kişisel duyarlılığın önemli olduğunu kabul edenler de var ki, çok makûl bir yaklaşım bence de.
Şu ana kadar en çok hangi ülkelerde görüldü?
EMADS’ ın görülme sıklığı ülkeden ülkeye değişiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ ne göre, İsveç, Almanya ve Danimarka’ da İngiltere, Avusturya ve Fransa’ ya göre daha fazla görülüyor. İskandinav ülkelerinde deri ile ilgili şikâyetlere daha fazla rastlandığı da biliniyor.
Cep telefonlarının erkeklerde sebep olduğu kısırlık da en çok gündemde olan konulardan, cep telefonu kısırlığa sebep oluyor mu?
Hindistan’ da geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırma, cep telefonlarının erkek kısırlığında da rolü olabileceğini gösteren sonuçlar verdi. Bu araştırmada, kısırlık nedeniyle incelenmekte olan 364 erkek, cep telefonlarını, hiç kullanmayanlar, günde 2 saatten az, 2-4 saat arası ve 4 saatten fazla kullananlar olmak üzere 4 gruba ayrılıp sperm sayıları ve sperm kalitesine (canlılık, hareketlilik ve şekil) göre değerlendirildi. Cep telefonlarını günde 4 saatten fazla kullanan erkeklerin sperm sayısının mililitrede 50 milyon, hiç konuşmayanların ise 86 milyon olduğu belirlendi. Üstelik çok konuşanlarda sperm kalitesi de hem canlılık, hem hareketlilik ve hem de şekil olarak daha kötü idi.
Araştırmacılar bunun iki nedeni olabileceği kanısındalar.
Birincisi, cep telefonlarından yayılan radyasyonun ve ısının beyinde testosteron yapımını uyaran hipofiz ve hipotalamus bölgelerini etkilemesi ve bunun sonucu erkeklik hormonu olan testosteron üretiminin ve sperm sayısının azalması.
İkincisi de, radyasyonun doğrudan DNA’ yı hasara uğratabilmesi, testislerde testosteron üreten hücreleri veya sperm yapılan tüpleri etkilemesi.
Elbette, tek bir araştırmanın sonucuna göre bu konuda kesin bir hüküm verilmesi mümkün değil. Zaten, eleştiriler de hemen sökün etti. Sperm kalitesini etkileyen sigara ve alkol kullanımı, abur-cubur yemek ve stres… gibi faktörlerin, telefonun pantolon cebinde mi yoksa kalın deri veya plastik bir kılıfta mı taşındığının hiç dikkate alınmamış olması önemli bir eksiklik. Bu bulguların, daha geniş kapsamlı, daha ayrıntılı araştırmalarla doğrulanması gerekiyor, ama yine de dikkatli olmakta yarar var.
Günümüzde özellikle çocuklarda artan alerji ve astım hastalıklarının sebebi de olabilir mi?
Cep telefonları, en son astım, saman nezlesi ve egzema gibi allerjik hastalıklardan da sorumlu tutulmuştur. Gerçekten de, gelişmiş ülklerde alerjik hastalıklardaki artışla, cep telefonlarının kullanımındaki ve yaygınlığındaki artış büyük bir paralellik göstermektedir. Yakın zamanlarda yapılan araştırmalarda, cep telefonlarından yayılan mikrodalgaların mast hücrelerinden histamin, P maddesi, VIP ve NGF gibi kimyasal maddelerin salgılamasını iki misline kadar artırabildikleri saptanmıştır.
Bunlar, özellikle de histamin ve P maddesi, astım, saman nezlesi, egzema gibi hastalıkların ortaya çıkmasında çok önemli rolleri olan maddelerdir. 800-900 MHz arasındaki bu mikrodalgaların, antihistaminik ve kortizon gibi allerji tedavisinde kullanılan ilaçların etkilerini azalttıklarının da anlaşılması bu konudaki endişelerin hiç de haksız olmadığını göstermektedir. Ayrıca, cep telefonlarının yarattığı eletriksel alanın diş dolgularındaki civayı gaz haline getirebileceği ve bunun da beyne ulaşarak depresyon, Alzheimer, multipl skleroz gibi hastalıklar yanında astım riskini de artırabileceği ileri sürülmüştür. Biz hiç bir şey hissetmeden vücudumuzdan geçen mikrodalgaların aynı gürültü gibi kronik stres yaratıcı bir faktör olarak etki gösterdiğini savunan uzmanlar, cep telefonlarının astım ve allerjik hastalığı olanları ciddi şekilde etkileyebileceğini vurguluyorlar.
Dünya çapında bir salgınla, yani bir pandemi ile karşı karşıyayız. Hem de gelmiş geçmiş tüm virüsleri kıskandıracak boyutta bir salgınla. Ama bu pandeminin sebebi ne grip, ne HIV, ne hepatit B ve ne de bir başka virüs.
Sözünü ettiğim salgın cep telefonu pandemisi. Ülkemizde 35 milyon kişinin cep telefonuna sahip olduğu ileri sürülüyor. İçecek ayranı olmayanların ve ilkokul çocuklarının bile ‘cebi’ olduğuna göre, doğrudur herhalde. Dünyada ise 3 milyardan fazla insanın cep telefonu olduğu hesaplanıyor ve bu gidişte yakın bir gelecekte ‘cebi’ olmayan kalmayacak yeryüzünde. Ceplerin ne kadar işe yaradığını, hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığını, hatta kimi zaman can kurtarıcı bile olabildiğini herkes biliyor. Ancak, bu mucize aletlerin ‘bilinçsiz ve aşırı kullanımının’ sağlığımızı ciddi şekilde etkilemesi de muhtemel.
Cep telefonları, 900-1800 MHz arasındaki mikrodalgaları bir anten aracılığı ile alan ve yayan düşük enerjili bir tür küçük radyolardır. Bu mucize aletlerin, yarattıkları ‘elektromanyetik radyasyon’ ve lokal ısı ile sağlığımızı etkilemelerinden endişe duyuluyor. Bu konuda yapılmış pek çok epidemiolojik ve deneysel laboratuar araştırmaları var. Mesela, kedi ve tavşanlar üzerinde yapılan araştırmalar, cep telefonlarının beynin elektrik aktivitesini değiştirebileceklerini, hücrelerin çoğalma hızını, enzim aktivitelerini ve hatta genleri etkileyebileceklerini gösteriyor. Bu bulguların insanlar için ne kadar geçerli olduğu tam belli değil. Henüz sinek küçük ama mide bulandırıyor.
Cep telefonları en fazla beyin tümörlerine sebep olmakla suçlanıyorlar. Gerçi cep ile bu tümörler arasında bir ilişki olmadığını gösteren araştırmalar da var ancak, bunun aksini iddia edenler de var. Bu konuda sizin görüşleriniz nedir?
İki yıl önce İsveç’ de yapılan bir araştırmada ‘cep’ ile 2 bin saatten fazla konuşanlarda beyin tümörü riskinin hiç cebi olmayanlara göre yüzde 240 fazla olduğu belirlenmişti. Dünya Sağlık Örgütü tarafından da desteklenen ve İngiltere ve Almanya’ da yürütülen araştırmalar da ‘glioma’ türü beyin kanseri riskinin 10 yıldan uzun süre cep kullananlarda yüksek olduğunu gösteriyor.
Bir başka araştırmada ise ‘akustik nörinoma’ isimli selim beyin tümörlerinin cep sahiplerinde 4 misli fazla olduğu sonucuna ulaşıldı. Tabii ki her cep telefonu kullanan beyin kanseri olmuyor ve olmayacak da. Tıpkı ‘sigara-kanser ilişkisi’ gibi. Her sigar içen kansere yakalanmadığı gibi, kanser ancak yıllar sonra gelişiyor.
Mesela, 10 yıldır sigara içenlerde akciğer kanseri sıklığı, hiç içmeyenlerden çok farklı değildir, ama bu araştırma 20 yıldan fazla zamandan beri sigara içenlerde yapıldığında akciğer kanserlilerin yüzde 90’ ının sigara tiryakisi olduğu ortaya çıkar. Benzer şekilde, beyin tümörlerinin gelişimi için de 15-20 yıllık bir süre geçmesi gerekir. Oysa ceplerin kullanımı ancak son 10, hatta 5 yıl içinde çok yaygınlaştı ve yoğunlaştı. Uzun vadedeki etkileri gösteren bir araştırma yok ne yazık ki.
Cep telefonun çocuklar için ne gibi riskler taşıyor?
Beyin tümörü bakımdan, özellikle çocuklarımız büyük risk altında. Cep kullanma yaşının anaokulu seviyesine indiğini ve giderek de arttığını… ve daha da artacağını göz önüne alacak olursak çocuklarımızın beyin tümörü için ne büyük bir risk altında oldukları apaçık ortaya çıkar.
Üstelik hayatımıza giren elektromanyetik alanların da giderek arttığı bir çağda. Buna bir de, çocukların kafataslarının erişkinlere göre daha ince olmasını (bu daha fazla radyasyona maruz kalmak demek) ve çocuklarda bölünen hücrelerinin daha çok olmasını (bu, bölünen hücreler kanserojen faktörlere daha duyarlı demek) da eklerseniz tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Cep telefonunun zararlarından kendimizi, çocuklarımızı ve geleceğimizi nasıl koruyabiliriz?
Henüz çok yeni oldukları için uzun vadede ne gibi olumsuzluklara neden olabilecekleri kesin olarak bilinmeyen cep telefonlarının, özellikle çocuk ve hamile hanımlar tarafından kullanılmaması gerekir.
Çok gerekli olmadıkça cep telefonu ile konuşmayın!
Cep telefonunu mümkün olduğunca az kullanın, konuşmalarınızı kısa tutun, konuşurken telefonu kulağınıza fazla yaklaştırmayın, kullanmadığınız zamanlar cep telefonlarını üzerinizde taşımayın!
Açık telefonu yastığınızın altına, başucunuza koymayın, hatta yatak odasında bile bulundurmayın!
Ararken bağlantı sağlanana kadar telefonu kulağınıza dayamayın!
Konuşurken de telefonu kulağınıza olabildiğince uzakta tutun; daha iyisi kulaklık kullanın.
Uzun konuşmalarda kulak değiştirin. Sinyal azken aramayın ve konuşmayın. Tabii bir de, ‘birileri’ çocukların cebe özendirilmelerine ve cep reklâmlarında kullanılmalarına hemen dur demeli!
www.iyilikguzellik.com özel Nihal Doğan
Gizli ateş geleceğimizi yakmasın! haberini okumak için lütfen tıklayınız
İşte 3G'nin hediyesi! Doç. Dr. Hasan H. Balık ile özel röportajımızı okumak için lütfen tıklayınız
ÇÖP DÖKME UYARILARI
İzmir’de bir çöp kutusunda "Buraya çöp atan sıkıyorsa biraz beklesin!"
Pendik'te bir duvarda "Buraya çöp atmayın yakalarsam yediririm o çöpleri"
Kasımpaşa'da bir duvarda "Buraya çöp atan Allah katında cezalandırılacaktır"
İstanbul / Sefaköy'de bir duvarda "Buraya çöp atan için artık bir şey yazmayacağım... herkes içimden ne dediğimi biliyordur herhalde"
Bağcılar'da bir evin duvarında "Buraya çöp atan namussuzdur. Salı ve cuma hariç"
Büyükdere itfaiyesinin yan duvarında "Çöp atma ağır konuşurum"
Bursa'da bir apartmanın garaj girişinde "Çöp döken °°°°°°°°dir. Yorum yapan da"
İstanbul-Kağıthane'de bir duvarda "Buraya çöp döken Sayın eşek, görüntü hoşunuza gidiyor mu? Konteynır iki metre ileride!"
Beşiktaş'ta bir apartmanın önündeki doğalgaz kutusunun üzerinde "Buraya çöp dökmeyin... çok çok çok çok rica..."
İzmir'de bir evin duvarında "Buraya çöp dökeni tavana asayım, smaç basayım!"
4. Levent Sanayi'de bir binanın duvarında "Buraya çöp atan eşektir ve yasaktır"
Eskişehir otogarı yakınlarındaki bir duvarda "Arsaya çöp atanı severim"
Dikili'de bir çöp tenekesinin üstünde "Buraya çöp atmak yasaktır. İnsansan anlarsın. Anlamazsan uygun bir zamanda arkadaşlarla öğretiriz"
Eskişehir'de bir apartmanın önünde "Buraya gündüz çöp dökmek yasaktır. Gece de yasaktır!"
Tekirdağ'da bir evin duvarında "Sayın Afyonlular! Çekirdekleri ve Çöpleri evinizde de mi yerlere atıyorsunuz!"
Geçen yıl Afyon fuarında yaklaşık 50 ayrı yerde yazan uyarı amaçlı bir yazı: "Buraya çöp döken öldürülür!"
Soğanlı'da bir evin duvarında "Çöp dökmek yasaktır. Bir daha olmasın!"
Cihangir'de bir apartmanın duvarında " Hey çöp dökme sakın!"
Antalya'da bir evin duvarına devasa harflerle "Buraya çöp döken gevşektir"
Diyarbakır'da bir duvarda "Buraya çöp döken hayvansa zaten hayvandır, çocuksa babası hayvandır, büyükse hayvan oğlu hayvandır."
kaynak :http://www.msxlabs.org/forum/gunlukler/merve89-562156/cop-dokme-uyarilari-14819/
Türkiye Cumhuriyeti ve Tarihi.
Türkiye, resmi adıyla Türkiye Cumhuriyeti.
Resmi dil: Türkçe
Başkent: Ankara
Yönetim Şekli: Cumhuriyet
Yönetim biçimi: Parlamenter Demokrasi
Kurucu: Mustafa Kemal Atatürk
Ulusal marş:İstiklâl Marşı
Ulusal renkler: Kırmızı ve Beyaz
Yüzölçümü:Nüfus: 74,709,412 (2006), En kalabalık 16. ülke
- 780.580 km²
- Dünya yüzeyinin %1,3'ünü kaplar
- 36. en geniş ülke
Nüfus yoğunluğu: 95,7 kişi/km²
Ulusal günler:Milli gelir (GSMH):
- 23 Nisan: TBMM'nin açılışı (1920)
- 19 Mayıs: Kurtuluş Savaşı'nın başlaması (1919)
- 30 Ağustos: Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması (1922)
- 29 Ekim: Cumhuriyetin ilanı (1923)
Kişi başına düşen milli gelir:
- 361,5 milyar ABD Doları (2005)
- En zengin 19. ülke
- 661,6 milyar ABD Doları (2005)
- Satın Alma Gücü Paritesine Göre
- En zengin 16. ülke
Para birimi: Yeni Türk Lirası (YTL) [Ocak 2005'ten itibaren Yeni Türk Lirası; eski birim Türk Lirası]
- 5,062 ABD Doları (2005)
- En müreffeh 63. ülke
- 8,400 ABD Doları (2005) Satın Alma Gücü Paritesine Göre
Saat dilimi: - Yaz saati EET (UTC+2), EEST (UTC+3)
İnternet alan adı:.tr
Telefon kodu:+90
Bir Akdeniz, Karadeniz, Avrupa ve Ortadoğu ülkesi olan Türkiye'nin üç yanı denizlerle çevirilidir, kuşbakışı coğrafi görünüşü kabaca bir diktörtgeni andırır. Türkiye idare şekli demokrasi olan bir cumhuriyet'tir. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı sebebiyle 20. yüzyıl başında yıkılmasından sonra, 1923 yılında Türk Kurtuluş Savaşı ile, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulmuştur. Üç tarafının denizlerle çevrili olması ve Batı ve Doğu kültürlerinin geçiş noktasında bulunmasından dolayı, pek çok medeniyete
İmparatorluklar devrinin kapanıp, ulus devletler devrinin başladığı bir ortamda, yirmiden fazla etnik yapının barındığı, gelişememiş, savaş yorgunu bir ev sahipliği yapmıştır. Müslüman-köylü toplumunun, modern bir burjuva toplumuna, tek bir millete dönüştürülüp, kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olmasını amaçlayan radikal reformlar dizisi, devletin kuruluşundan itibaren Atatürk inkılapları olarak anılıp benimsenmekte ve halen sürdürülmektedir. Bu devrimler sayesinde Türkiye, Müslüman çoğunluğa sahip ülkeler arasında en gelişmiş ve modern ülkelerden biri haline gelmiştir.
Başkenti Ankara, en büyük şehri İstanbul'dur.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, ve laik bir hukuk devletidir. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Parlamentosu ve İslam Konferansı Örgütü Türkiye'nin üye olduğu uluslararası örgütlerden bazılarıdır. 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren de Avrupa Birliği'ne tam üyelik için müzakerelere başlamıştır.
Nüfusu 1 milyonun üzerinde olan kent merkezleri
- İstanbul (10.5 milyon),
- Ankara (4 milyon),
- İzmir (3.5 milyon),
- Bursa (2 milyon),
- Adana (1.5 milyon),
- Konya (1.5 milyon),
- Mersin (1.25 milyon),
- Antalya (1.25 milyon)
Türkiye'nin toprakları 36° - 42° Kuzey paralelleri ve 26° - 45° Doğu meridyenleri arasında yer alır. Kabaca bir dikdörtgeni andırır ve genişliği 1.660 kilometredir. Göller dahil kapladığı alan 814.578 km²'dir. Marmara Bölgesi % 8,5, Ege Bölgesi % 12, Akdeniz Bölgesi % 16 Orta Anadolu Bölgesi % 18, Karadeniz Bölgesi % 18, Doğu Anadolu Bölgesi % 21, Güneydoğu Anadolu Bölgesi % 7,5 yer tutar. Trakya'nın yüzölçümü 24.370 km² dir. Türkiye'nin kara sınırları uzunluğu 2.573, adalar dahil sahil uzunluğu 8.333 kilometredir.
Türkiye'nin Coğrafi Bölgeleri
Türkiye 6-21 Haziran 1941 tarihinde yapılan Birinci Türk Coğrafya Kongresi'nde 7 ana coğrafi bölgeye ve 21 coğrafi bölüme ayrılmıştır:
- Akdeniz Bölgesi
- Doğu Anadolu Bölgesi
- Ege Bölgesi
- Güneydoğu Anadolu Bölgesi
- İç Anadolu Bölgesi
- Karadeniz Bölgesi
- Marmara Bölgesi
Bir Balkan, Akdeniz, Kafkas ve Ortadoğu ülkesi olarak sınıflandırılan Türkiye Cumhuriyeti, Doğu ve Batı kültürlerinin tam geçiş bölgesinde bulunur.
Antik ismiyle Küçük Asya'da bulunan kısmına günümüzde Batı Anadolu denir. Balkan Yarımadası'ndaki (Güney Doğu Avrupa) bölgeye Trakya, Toroslar'ın doğusundaki antik Pers ve Kuzey Mezoptamya bölgesine de Doğu Anadolu adı verilir.
Üç yanı denizlerle çevrili olan Türkiye'nin genel görünümü kabaca bir dikdörtgeni andırır. Anadolu yarımadası Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz ile çevrelenmiştir.
Türkiye'nin komşuları; batısında Bulgaristan ve Yunanistan, doğusunda Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran, güneyinde ise Irak ve Suriye'dir.
Türkiye tarih açısından dünyanın en zengin bölgelerinden birinde yer alır.
Anadolu kelimesi Rumcada "doğu" veya "gün doğumu" anlamına gelen Anatolia
Batı Anadolu'nun antik eyalet isimleri şunlardı: kelimesinden kaynaklanır ve tarih belgelerinde bir bölge adı olarak geçmez.Bitinya, Paflagonya, İyonya, Kapadokya, Misya, Kilikya, Likya, Karya, Pisidya, Pamfilya, Lidya, Frigya. Batı Anadolu'ya Antik Çağ'da Romalılar "Asya eyaleti" adını da veriyorlardı ve başkenti en büyük Roma kentlerinden olan antik Efes idi.
Günümüzde Doğu Anadolu dediğimiz, Kapadokya'nın ve Torosların doğusundaki bölgeler ise antik Mezopotamya ve Pers kültürlerini temsil eder. Toros Dağları ve Fırat Nehri tarihçilerce Batı-Doğu kültür sınırı olarak görülür. Antik dönemde ve Orta Çağ'da Kapadokya'nın ve Toros'ların doğusu ise genellikle Mezopotamya, Pers İmparatorluğu, Urartu, Armenia, Kommagene, Suriye, Pontos gibi isimlerle anılırdı.
Toros Dağları Roma ve Pers, Doğu ve Batı orduları arasında her zaman zor geçit veren doğal bir sınır olmuştur.
Tarihte günümüzdeki Türkiye'ye Doğu'dan ve Batı'dan gelip yerleşmiş kavim ve kültürler pek çoktur.
Türkiye'de tarih boyunca yerleşen kavim ve kültürlere örnek olarak Doğu'dan Hititler, Asurlular, Urartular, Persler, Selçuklular Selçuklulardan çok önce İskitler, Hunlar, Hazarlar, Peçenekler, Kıpçaklar (Türkler), Araplar, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Musevilik; Batı'dan gelenlere ise Romalılar, Yunanlılar ve Güney Doğu Avrupa (Balkan) kavimleri, antik politeist Yunan-Roma kültürleri vb. verilebilir.
Tüm Türkiye toprakları, tarihçiler ve arkeologlarca 'açık hava müzesi' olarak adlandırılır. 8000 km'lik sahil şeridi antik Roma-Yunan kültürlerinin kalınıtılarıyla doludur. Bu kadar çok antik şehir, modern Yunanistan'da veya İtalya'da dahi yoktur.
Bu coğrafyaya "Türkiye" isminin ilk olarak Roma-Cermen İmparatoru Frederick Barbarossa (1123-1190) tarafından verildiği ifade edilmektedir. Resmi kayıtlarda ise, 19. yüzyıl Büyük Britanya yazışmalarında geçer.
Türkiye Cumhuriyeti Orta Asya Türk Kültürünün mirasçısı olduğu kadar Roma, Pers, Mezopotamya, Bizans/Doğu Roma, Osmanlı vb. kültürlerinin de mirasçısıdır.
Doğal Yapı
Ülkenin yarısından fazlası, yükseltisi 1.000 metreyi aşan, yüksek alanlardan oluşur. Yaklaşık üçte biri orta yükseklikteki ovalar, yaylalar ve dağlar, yüzde 10'u da alçak alanlarla kaplıdır. En yüksek ve dağlık alanlar doğu kesimde yer alır. Kuzey kesimini Kuzey Anadolu Dağları, güney, doğu ve güneydoğu kesimlerini de Toroslar engebelendirir. Ülkenin en yüksek noktası, Ağrı Dağı'nın 5.166 metreye erişen doruğudur. Başlıca geniş düzlükler Çukurova, Konya Ovası ve Harran ovalarıdır. Kaynağı ve denize döküldügü yer ülke sınırları içinde olan en uzun akarsu 1.355 kilometre uzunluğundaki Kızılırmak'tır. En büyük doğal göl, 3.713 km² alan kaplayan Van Gölü'dür. 817 km²'lik alanan yayılan Atatürk Baraj Gölü ise ülkenin en büyük yapay gölüdür. Türkiye'nin en büyük adası olan Gökçeada'nın yüzölçümü 279 km²'dir.
Dağlar
- Ağrı Dağı - 5.165 m
- Buzul (Cilo) Dağı - 4.116 m
- Cudi Dağı - 5.000 m
- Süphan Dağı - 4.058 m
- Kaçkar Dağı - 3.932 m
- Erciyes Dağı - 3.917 m
- Uludağ - 2.543 m
- Kızılırmak 1.355 km
- Yeşilırmak
- Fırat
- Sakarya
- Murat
- Dicle
- Seyhan Nehri
- Ceyhan Nehri
- Göksu
- Çoruh
- Büyük Menderes.
- Van Gölü 3.713 km²
- Tuz Gölü 1.500 km²
- Beyşehir Gölü 656 km²
- Eğridir Gölü 468 km²
- Akşehir Gölü 353 km²
- İznik Gölü 298 km²
- Burdur Gölü
- Salda Gölü
- Eymir Gölü
- Gökçeada 279 km²
- Balıkesir Marmara Adası 117 km²
- Bozcaada 36 km²
- Uzunada 25 km²
- Balıkesir Alibey Adası 23 km²
- Balıkesir Paşalimanı Adası 21 km²
- Balıkesir Avşa Adası 21 km²
Türkiye'nin üç tarafının denizlerle çevrili olması, dağların uzanışı ve yeryüzü şekillerinin çeşitlilik göstermesi, farklı özellikte iklim tiplerinin doğmasına yol açmıştır. Kıyı bölgelerinde denizlerin etkisiyle daha ılıman iklim özellikleri görülür. Kuzey Anadolu Dağları ile Toros Sıradağları, deniz etkilerinin iç kesimlere girmesini engeller. Bu yüzden iç kesimlerde karasal iklim özellikleri görülür.
- Akdeniz iklimi: Akdeniz ve Ege Denizi kıyılarında oldukça etkili olan bu iklim tipi, Marmara Denizi'nin güney çevresine kadar sokulmuştur. Kıyıdan yaklaşık 800 metre yüksekliğe kadar bu iklimin özellikleri görülür. Daha içerilere gidildikçe etkisi azalır. Bu iklim tipinde, yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Yıllık yağış miktarı, bazı yerlerde 1000 mm'nin üstünde iken çoğu yerde daha azdır. Don olaylarına ve dağların yüksek kesimleri hariç kar yağışına çok az rastlanır.
- Karadeniz iklimi: Türkiye'nin kuzey kıyılarında, dağların denize bakan yamaçlarında görülen bir iklim tipidir. Bu iklimde yaz sıcaklığı, Akdeniz ikliminde olduğu kadar etkili değildir. Kış mevsimi, güney kıyılarına göre serin geçer. Ara sıra don olur, sis görülür ve kar yağar. Karadeniz ikliminin en önemli özelliği, yağışların her mevsimde görülmesidir. Karadeniz üzerinden gelen nemli hava, Kuzey Anadolu Dağları'nın denize bakan yamaçlarında yükselerek yoğunlaşır ve kıyılarda yaz mevsiminde de yağış bırakır. En çok yağış alan bölge Karadeniz Bölgesi'dir. Rize ve çevresinde yıllık yağış miktarı 2500 mm'yi bulur.
- Karasal iklim: Türkiye'nin denizlerden uzak, yeryüzü şekillerinin meydana getirdiği engellerden dolayı deniz etkisinden yeterince yararlanamayan kesimlerinde karasal iklim görülür. İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Trakya'nın iç kesimleri karasal iklimin etkisi altındadır. Buralarda mevsimlik ve günlük sıcaklık farkları büyük, yağışlar genel olarak azdır. Kışlar uzun, soğuk ve karlı, yazlar kısa fakat sıcaktır. En şiddetli karasal iklim Doğu Anadolu'da görülür. Yüksekliğinden dolayı yağışlar İç Anadolu ve Güney Doğu Anadolu'ya göre daha çoktur. İç Anadolu'da en yağışlı mevsim ilkbahar, Güney Doğu Anadolu'da ise kıştır. İç Anadolu en az yağışı alır. Güney Doğu Anadolu'da biraz daha fazla yağış almasına rağmen sıcaklık ve buharlaşmanın fazla olması nedeniyle kuraklık tehdidi altındadır.
8.000 yıldan bu yana tarım yapılan Çukurova, ayrıca Ege Bölgesi, Bafra ve Çarşamba ovaları dünyanın en bereketli topraklarından sayılır. Tropikal bitkiler hariç dünyadaki sebze ve meyve çeşitlerinin %90'ı Türkiye'de yetişir.
Batı ve Kuzey Avrupa'da Orta Çağ'da devamlı açlık ve veba tehlikesi olmasına karşın, Antik Çağ'da dahi Roma İmparatorluğu'nun en bereketli eyaleti olan "Asia Minor" eyaleti (bugünkü Ege Bölgesi) Roma'ya üzüm, şarap, tahıl, zeytinyağı ve muhtelif meyve ve sebze gönderirdi.
Nüfus
Türkiye'nin 2006 yılı tahmini nüfusu 72 milyondur. Kuruluş döneminde Balkan ağırlıklı olan nüfus, Anadolu vilayetlerindeki yüksek nüfus artışı nedeniyle 1980'lerden sonra Anadolu ağırlıklı olmuştur. 1985 sayımına göre Türkiye nüfusunun yüzde 10'u Trakya, yüzde 13,1'i Karadeniz, yüzde 19,4'ü Marmara ve Ege, yüzde 9,2'si Akdeniz, yüzde 7'si Batı Anadolu, yüzde 24,1'i İç Anadolu, yüzde 4,8'i Güneydoğu Anadolu ve yüzde 12,4'ü Doğu Anadolu'da yaşamaktaydı. Nüfusun yüzde 48,90'i kırsal, yüzde 51,10'u kentsel alanlarda yaşıyordu.
Türkiye'nin en büyük nüfusuna sahip kentleri sırayla İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Adana, Antalya, Mersin, Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep dir.
Türk Ulusu
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1.Dünya Savaşı ile dağılması ve ardından gelen Cumhuriyet idaresinin modern ve homojen bir toplum kurma çabaları sonucu ortaya çıkan Türk Ulusu, Batı Avrupa'nın Osmanlı İdaresine verdiği "Türk" ismini devralmıştır.
Tarihçilerce 1071'den sonra Bizans bölgesine gelen Selçuklu nüfusu toplam 3 milyon olduğu söylenmekte Anadolu'yu sürekli besleyen Türk göçleriyle (Harzemşahlar, Akkoyunlu, Karakoyunlu, vb.) Türk varlığının tesis edildiği belirtilmektedir.
İslam'ın devlet dini olması, 600 sene içerisinde hıristiyanlığın 2. sınıf muamele görmesi ve askere alma (Yeniçeri) sebebiyle Bizans ahalisi'nin önemli bir kısmı müslümanlaştı ve Müslümanların dili Osmanlıca/Türkçe oldu.
Günümüzdeki modern Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlet yapısında olup, vatandaşlarına Türk denir.
Anadolu ve Balkan yarımadalarının ve Boğazların, Mezopotamya'dan Orta Avrupa'ya geçişin tek coğrafi olanağını oluşturmasından dolayı, günümüzün Türkiye'si 10.000 seneden fazla sayısız kavime köprü vazifesi görmüştür.
Çok etnikli pek çok imparatorluğun (Örnegin: Roma, Doğu Roma İmparatorluğu/Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Pers, Asur vb.) her etnik bölümünün kültürel özellikleri Türkiye Cumhuriyeti'nde varlığını korumuştur.
Paleolitik dönem, Kalkolitik dönem'de ve Antik Çağ'da yaşayan topluluklar,Ege Bölgesi'nde Luviler, Hurri'ler, ilk büyük devlet Hititler ve Miken'ler, dünyanin en eski medeniyet bölgesi olan Mezopotomya'da kurulan uygarlıklar, ve Osmanlı İmparatorluğu'nu oluşturan kavimlerin binlerce sene yanyana yaşaması kültürel bir zenginlik yaratmıştır.Bu kavim ve kültürlerin tümü aynı zamanda Türk Milleti'ni oluşturan unsurlarin başlıcalarıdır. Irkçılık veya herhangi bir unsurun diğerlerine baskı yapması anayasanın kesin hükümleriyle yasaklanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı ve meydana getirdiği büyük yıkım sonucu, İstanbul'un son imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte bu çok etnikli imparatorluktan birçok ulusal devlet ortaya çıkmıştır.
İstanbul M.S. 313 senesinden günümüze 1500 seneden fazla bütün bu bölgenin tek hakimi ve imparatorluk başkenti olmuştur.
İstanbul'un Orta Avrupa'dan Mezopotamya'ya kadar olan yaklaşık 3 milyon km² coğrafyadaki tartışmasız etkisi ve hakimiyeti, olağandışı bir cazibe merkezi oluşturmasina yol açar. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde var olan imparatorluk başkentine göç yasağının/kısıtlamasının kaldırılması ile bunun sonucu oluşan göç, İstanbul'un nüfusunun 1980-2005 arasında 2,5 milyondan 15 milyona çıkmasına yol açmıştır.
Türkiye'de yaşayan herkes etnik kimliğine bakılmaksızın Türk vatandaşıdır. Türk milleti ve devleti ayrılmaz bir bütündür. Herkesin etnik kimliğine saygı duyulur.
Din
Türkiye lâik bir ülke olduğundan din ve devlet işleri ayrılmıştır. Dini veya etnik isimli siyasi parti kurulması anayasaya göre yasaktır. Genelde muhafazakar partiler dini hassasiyetleri dile getiren partilerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında dinin devlet kontrolü dışında yürütülemeyeceği kanaatine varılarak, devlet tarafından denetlenmesi gerektiği kararına varılmıştır. Buna dayanarak 3 Mart 1924 tarihinde Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Bu teşkilat bireylere din hizmetini sağlamak ve camii gibi Müslüman ibadet yerlerini yönetmekle görevlidir.
Dini inanç veya inanmama, dini kuralları şahıs olarak uygulama veya uygulamama özgürlüğü anayasanın korumasındadır.
1923'ten önce geçerli olan dini kanunlar tamamen geçerlilikten kaldırılmıştır.
Şahıs isimleri veya dini köken temel alınarak bir kategorizasyon yapılması durumunda Türkiye vatandaşlarının yaklaşık tamama yakın kısmı Müslüman isimli veya kökenlidir (Ahmet/Mehmet/Ayşe/Fatma vb.).
Bu durum aynı zamanda Türkiye'nin en büyük ortak paydasını oluşturur. (1 - %0,2 = %99,8)
Osmanlı Devletinde resmi aidiyet unsuru olan 'Müslüman' kavramı 1923'ten bu yana kullanılmaz, bu aidiyetin yerine, ulusal aidiyet olan 'Türk' kavramı gelmiştir.
Rum, Ermeni, Süryani, Musevi vb. (Yorgo/Eleni/Agop/Salamon vb.) isimli Türk vatandaşlarının azınlık statüsü bulunur, ancak oranları çok düşüktür.
Toplam nüfusun sadece çok ufak (yaklaşık %0,2) bir oranını Gayrimüslimler oluşturur. Bunlar 50.000 Ermeni Gregoryen, 17.000 Musevi, 8.000 Süryani, 1.000 Rum ve çok az sayıda diğer bazı çeşitli din ve mezheplerden insanlardır .
Türkiye'deki Rum Ortodoks, Gayrimüslim nufusun büyük bir kısmı, Lozan Antlaşması gereği Yunanistan'a göç etti. Batı Trakya'da yaşayan Müslümanlar ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaşayan Rumlar mübadele dışında bırakıldı.
Balkanlarda ve Kafkaslarda yaşayan Müslüman ahali Sırp ve Rus orduları tarafından Türkiye'ye sürüldü.
1.Dünya Savaşı Osmanlı Devleti topraklarında 4 milyon insanın ölümüne veya sürgününe ve ayrıca Osmanlı Devletinin de yıkılmasına neden oldu.
Bugünkü Yunanistan nüfusunun yaklaşık yarısını, Anadolu'dan giden Rumlar oluştururlar. Bu göç edenlerin bir kısmını da hiç rumca bilmeyen fakat türkçeyi yunan alfabesiyle yazan hıristiyanlaşmış Selçuklular yani Türkler oluşturuyordu.
Dil
Türkiye'nin resmi dili Türkçe dir. Bugün Türkiye Türkçesi yaklaşık 100 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.
Yönetim biçimi
Türkiye'nin devlet biçimi cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal önderliğinde 1923'te kurulmuştur. Resmî dili Türkçe'dir. Laik demokratik bir yönetim anlayışı vardır. Kuvvetler ayrımı esası vardır. Yasama işlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi, yürütmü işlerini Hükümet, yargı işlerini ise bağımsız mahkemeler yapar.
Ekonomi
Kuruluş yıllarında Osmanlı Dönemi'nin yıkılış döneminin savaş yenilgileri geçmişiyle başlayan Türkiye ekonomisi 1923 sonrası yıllarda harap vaziyetteydi. İstanbul ve İzmir haricinde ne sanayi, ne sermaye sınıfı, ne altyapı, ne de eğitim mevcuttu. En basit ürünler dahi ithal edilmek zorundaydı. 12 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen yoksul Müslüman köylülerden oluşuyordu. Anadolu'daki büyük toprak sahipleri de sanayi burjuvazisini oluşturmaktan çok uzaktı.
II. Dünya Savaşı sonrasına kadar devlet ekonomisiyle yaşayan toplum, 1950'den sonra ABD'nin de etkisiyle büyük bir kapitalist sanayi kalkınma dönemine girdi. Bugün de sürmekte olan bu kalkınma süreci özellikle büyük toprak sahiplerinin, hızla modern sermaye sınıfına dönüşmesine yolaçtı. Anadolu'nun kalkınması ve alt yapısının oluşması sürecinde 200 milyar ABD dolarından fazla borç oluştu. GAP projesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu teşvik programları halen sürmektedir.
Ortalama %6 üzerindeki ekonomik gelişme ile beraber büyük bir değişim ve modernleşme başladı. Öncelikle İstanbul, İzmir ve Batı bölgeleri, 1980'den sonra da bütün Anadolu illerinde büyük sermaye ve sanayi oluştu. Bir milyar ABD doları ve üzeri sermayeye sahip holding sayısı 25'ü geçti. Bunun altındaki yüzbinlerce büyük, orta ve ufak ölçekteki şirket, ve oluşan işçi sınıfı dinamik bir ekonominin taşıyıcıları oldular. Arap ülkelerinde petrol sayesinde oluşan refah, Türkiye'de toplumun çalışmasıyla zor şartlarda oluştu.
Günümüzde Türkiye'nin pek çok bölgesi sanayi toplumu olarak nitelenebilir. Türkiye sanayi toplumuna hızlı geçiş olgusunu Müslüman toplumlar arasında başarıyla gerçekleştirebilen az sayıdaki ülkeden birisidir.
kaynak :http://www.msxlabs.org/forum/ulkeler-ve-tarihleri/index3.html