Hosgeldiniz...

...Biz Bir Aileyiz...

26 Şubat 2009 Perşembe

Bugün Hocalı Katliamının yıldönümü: "HAMIMIZ AZERİYİK"

Rus Ordusunun desteğini alan Ermeni kuvvetleri 26 Şubat 1992 tarihinde 1300 Azeri kardeşimizi katletmişti.

Azerbaycan, katliamın yıldönümünde acıyı yeniden yaşarken sınırdan gelen haberlerle bir kez daha sarsıldı. Zira Ermeni keskin nişancıları son bir hafta içinde 6'sı köylü, biri asker olmak üzere 7 Azeriyi daha şehit etti.

Hocalı Katliamı, Rus askerlerinin desteğiyle 26 Şubat 1992'de Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilmişti. Rusya olaylarla ilgisinin olmadığını iddia etse de, Rus ordusuna ait 366. alayın 1991'in sonbaharından beri Ermenilerin safında savaştığı, alaydan kaçan dört askerce doğrulanmıştı.

10 bin nüfuslu Hocalı'da olaylar sırasında yaklaşık 3.000 Azeri bulunmaktaydı. Saldırıda ölenler hakkında verilen resmi rakam 613 kişi olmakla birlikte, katledilen toplam Azeri sayısının 1.300 kişi olduğu söylenmektedir. Saldırılar sırasında Hocalı'da yaşayan Ahıska Türkleri de evlerinde yakılarak öldürülmüştür. Kadın, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak üzere siviller katledilmiştir. Katliamın ilk gecesinde sekiz aile bütün fertleriyle öldürülmüş, 700'den fazla çocuk anne ya da babasını kaybetmiştir. Yaralılar ise 1.000'in üzerindedir.

Haçın Hatırı İçin

O vahşeti yaşayan ve sonra Beyrut'a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheriyan, 'For the sake of cross' (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında (sayfa: 62-63) şu satırları aktarmaktadır: "...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı'nın 1 kilometre batısında bir yere 2 mart günü 100 azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa'ya döndüm. Onlar haç'ın hatırı için savaşa devam ettiler."

Hamımız Azeriyik (Hepimiz Azeriyiz)

1918 yılında kurularak tarihe ilk Türk Cumhuriyeti ve Asya'daki ilk cumhuriyet olarak geçen kardeş Azerbaycan halkının acılarını paylaşıyor, şehitlerimizi rahmetle anıyor ve “hamımız azeriyik” diyoruz.

Habervakti

23 Şubat 2009 Pazartesi

Hallice Çocuk Kitapları İllüstrasyonlari...





kaynak : http://hallice.blogspot.com/2007/02/hope.html

Nasıl bir yaşam!


Sonsuz bir yaşamın peşinde avuç avuç ilaç yutan insanların atmadıkları takla kalmadığını gördükçe hüzünleniyorum. Sonsuza dek yaşayacaklarını sanarak yanıldıklarını elbet anlayacaklar ama nafile!

Aslında bir şey sormuyorsunuz, anlatıyorsunuz; ama ben yine de işin tıbbi yönüne değinmeden geçemeyeceğim.

Aslına bakacak olursanız insan ömrü özel bir çaba göstermese de giderek uzuyor. Son yüzyıl içerisinde keşfedilen antibiyotikler yakın zamanlara kadar en önemli ölüm nedeni olan mikrobik hastalıkları geri plana itmiş durumda. Her ne kadar dünya tam bir huzura kavuşamasa da geçmişe göre savaşların azalması yaşam süresini arttıran sebepler arasında. Buna karşın dünya refahının artması, yiyeceğe ulaşmanın kolaylaşması ve bedensel aktivitenin azalmasına bağlı kalp hastalıkları hızlı bir artış içerisinde. Endüstriyel atıklar ve çevre kirliliği ise kanseri tırmandırmakta.

Fakat başta da dediğim gibi iyileri ve kötüleri terazinin iki kefesine koyarsak iyiler ağır basıyor ve insanın ortalama yaşam süresi giderek uzuyor.

Önemli bir soru bu noktada ortaya çıkıyor; eskiye göre daha uzun olan bu yaşam nasıl yaşanacak? İşte sizin yorumunuzda eleştirdiğiniz çaba bu soruyu çözme çabası. Aslında çok da haksız sayılmazsınız; bazı insanlar ne kadar uzun yaşarlarsa yaşasınlar “sonsuzluğun zamanı” içerisinde hiçten öteye olmadıklarını unutuyorlar ve izanlarını bilmiyorlar.

Fakat sağlıklı olma çabası içerisinde olan herkesi aynı sınıfa koymamak gerekiyor; diğerlerinin yegane arzusu ömürlerini sağlıklı geçirmek ve elden ayaktan düşünceye kadar bu dünya için bir şeyler yapabilmek.

Sürülecek yaşamın süresi kadar kalitesi de önemli. Bitinceye kadar etrafını aydınlatarak yanan bir mum yada isli camının ötesine ışığı sızmayan bir gaz lambası olmak. İşte yapılması gereken seçim bu, yoksa herkes bir gün söneceğini biliyor.

Dr. Eren Eroğlu
Aile Hekimliği Uzmanı, Clinica Gayrettepe Tıbbi Direktörü
eroglu.eren@mynet.com
resim :http://hallice.blogspot.com/2007/02/hope.html

Nasıl bir yaşamın olacağına sen karar ver!


Milenyum çağındayız. Hepimiz yeni binyıl nesliyiz. Bu çağda yaşayanlar da önceki nesiller gibi jenerasyonlararası iletişim sorunları yaşıyor. Ancak, şimdilerde özellikle anne babaların ve orta yaşlıların gençlerle iletişim kurması gittikçe zorlaşıyor. Çağın koşulları ve her alandaki “hızlılık” faktörü, işleri geçmişe göre biraz daha karmaşıklaştırıyor.

Gençler, büyüyüp, ekonomik özgürlüklerini kazanıp, kendi yaşamlarını kuruncaya kadar, zorunlu olarak ebeveynlerine ve eğitmen, müdür gibi aile içi ve dışı birtakım büyüklerine bağımlı yaşıyor. Evde, okulda, işte… Kısacası gençler ve yetişkinler, her alanda nesillerarası çatışmayı ve “Ne seninle, ne sensiz” çelişkisini aşmaya çalışıyor. Çaresizlik, sıkışmışlık, endişe ve kafa karışıklığı, milenyum insanlarının yaygın ruhsal durumu. Özellikle gençler, debelenip duruyor veya duruma mutsuz bir şekilde katlanıyor. Katlandıkça hem sızlanıyor, hem de aslında yönetilmeye bağımlı hale geliyorlar. Birileri onlara ne yapmaları gerektiğini söylesin, göstersin beklentisi içinde kendilerini uyuşturuyorlar. Hoş, söylendiğinde de çoğu zaman direniyorlar veya kabul etseler bile uygulamıyorlar. Ama yine de böyle bir beklenti içine giriyorlar.

Öte yandan, ebeveyn ve büyükler, neyi nasıl söylemeleri ve gençlerle nasıl iletişim kurmaları gerektiği konusunda en iyi şeyleri yapıyorlar da diyemiyoruz. Ne yazık ki yetişkinler, aile, okul ve iş ortamlarında çoğunlukla acemice, özensizce, olumsuz ve manipülatif yaklaşımlarla, yaşı gereği zaten kafası karışık olan gençleri iyice dağıtıyor. Toparlamaları gerekirken, daha da dağılmalarına sebep oluyorlar.

Ne yapacağım? Ne yapmalıyım (kendim için, ailem için)?

İşte tipik ve en temel soru… Herkesin beynini kemiren iki kelime…

Yanıtı karmaşık ve gizemli değil aslında. Belki de o kadar basit ve yalın ki insanların inanası gelmiyor. “Yok yok çare, muhakkak daha karmaşık ve zor olmalı” önyargısıyla, öylece ortada duran cevabı almıyorlar, dolayısıyla harekete de geçmiyorlar.

Uzatmayalım; yanıt şu: Ne yapmak istiyorsan, onu yapacaksın! Ne olmak istiyorsan, o olacaksın!

Budur. Yanıt, sadece budur.

Bunun için, işe kendini keşfetmekle, istemediklerini ve istediklerini tespit ederek başlanacak. Kişiler, önlerindeki 5-10-15-20 yıl için, “NASIL BİR HAYATIM OLSUN?” sorusunu, yaşamın 6 belirleyicisini göz önüne alarak yanıtlayacak ve detaylandıracaklar. İşte 6 belirleyici: faaliyetler, sosyal çevre, finansal durum, sağlık, barınılan yer, ulaşım. Tüm çabalarımız, birbiriyle mutlak etkileşim içinde olan bu belirleyicileri gerçekleştirerek hayatımız haline dönüştürüyor. Bunların birbiriyle uyumlu olması, huzur ve başarı faktörlerinin az ya da çok olmasını sağlıyor. Çok aktif bir sosyal yaşam, kıt finansal kaynaklarla nasıl mümkün değilse, sağlık sorunları yaşanan bir bünyede de gerçekleşmesi pek mümkün değil.

Kısacası, nasıl bir hayat istediğimize karar vermek, isteklerimizi hedeflerimiz haline getirmek, bunları rakamsal değerlerle (tarih, para, zaman, vs.) ifade edip, planlara dönüştürmek ve programlamak, en temel yaşam sorumluluğumuz.

Gelecek yazımda, somut örneklerle hayallerin somut programlar haline gelmesi hakkında birkaç yaşam planına ve sonuçlarına bakacağız.

Düşlediğin gelecek… Eğer istersen!

kaynk : http://www.insankaynaklari.com/ikdotnet/IcerikDetay.aspx?KayitNo=7310
resim :http://www.integralemergence.com.au/images/pic-life.jpg
www.m-gen.biz

sınır sizsiniz ...





Kendiniz Olun


Olduğun gibi görün,göründüğün gibi ol!

Başkalarının kişiliğine bürünerek onlarda yok olup gitmeyin.Çünkü bu,sürekli bir işkencedir.

Böyle yaptıkları için kendi kedilerini, seslerini, davranışlarını, aksanlarını, yeteneklerini ve kendi şartlarını unutarak başkalarının kişiliklerinde erimiş çok kimse vardır. Bu insanın kendi benliğini ve yapısını yok etmesi, bir anlamda varlığını yitirmesidir.

Halbuki Hz. Adem'den son insana kadar aynı surette yaratılmış iki insan mevcut değildir. Suret olarak benzer olmayan insanlar ahlak ve yetenek bakımından niçin benzer olsunlar ki?!

Şunu unutmayın ki siz, tarihte benzeri gelmemiş,dünya durdukça da gelmeyecek farklı bir varlıksınız.

Siz, Ahmet'ten, Mehmet'ten, Ayşe'den, Fatma'dan, tamamen farklı bir insansınız. Dolayısıla kendinizi taklit, erime ve benzeme dehlizlerinde tüketmeyin.

Kendiniz gibi, kendi karakterinize uygun davranın:

''Hepsi içecekleri yeri bildiler.'' ''Herkesin, Allah'ın çevirdiği bir yönü vardır. Siz hayırlarda yarışın.''

Yaratıldığınız gibi yaşayın! Ses tonunuzu değiştirmeyin, mimiklerinizi değiştirmeyin,yürüyüşünüzü değiştirmeyin. Vahiy ile kendinizi eğitin. Ama varlığınızı ve benliğinizi , kişisel bağımsızlığınızı yok etmeyin.

Sizin kendinize özgü bir tadınız,renginiz ve kokunuz vardır. Biz sizi bu özelliklerinizle görmek isteriz. Çünkü yaratılışınız böyledir. Şu halde yalnız Kendiniz Olun!

İnsanlar, tabiatları itibarıyla ağaçlara benzerler. Tatlı ve ekşileri, uzun ve kısaları vardır. Böyle olmaya devam etmeleri gerekir. Muz iseniz, ayva olmaya çalışmayın. Sizin güzellik ve değeriniz muz olmanıza bağlıdır. Ama iyi muz olmaya çalışın.

Renklerimiz, dillerimiz, yetenek ve güçlerimizin farklılığı Yüce Allah'ın açık ayetlerinden biridir. O'nun ayetlerine karşı gelmememiz gerekir.

kaynak : http://www.fibif.be/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=263&Itemid=99
resim : http://www.ponderabout.com/archives/1744/on_being_vs._not-being_yourself.aspx

radyo