Hosgeldiniz...

...Biz Bir Aileyiz...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Hayat Dediğin..


Hayat Dediğin..
Satır aralarına serpiştirilmiş mutluluklar arasında, hüzünlü bir roman gibi mi yaşıyoruz hayatlarımızı? Kaç sayfa okumak gerekiyor o mutluluk taneciklerini bulabilmek için sayfaları sararmış kitabın içinde... Kim bilir kaç sayfa, bazen çok çabuk geçen, bazen de geçmek bilmeyen bir yıla bedel! Acaba mutluluk tanecikleri eşit mi dağılmışlar kitaba? Yazar her sayfası aynı lezzetle okunsun diye mi katmış bunları sayfalara, yoksa plansız, hesapsız mı yazılmış cümlecikler? Okuduktan sonra ona da yabancı gelmiş mi yazılanlar, yaşayanlara geldiği gibi? Gün gelmiş tek kelime yazamamış mı elleri, gün gelmiş sayfalar sayfaları mı kovalamış içte bir his ile birlikte? Kimi zaman sevinç, kimi zaman nefret, kimi zaman da hüzün...

Satırlar arasına serpiştirilmiş mutsuzluklar arasında, tutkulu bir hikaye gibi mi yaşıyoruz hayatlarımızı? Kitabı karıştırırken 17. sayfa açıldı birden bire önüme. Bir büyük aşk hikayesinden bahsediyordu kelimeler. Adanmış anlardan, sonsuz sevgilerden bahsediliyordu. İç çektim ve çevirdim sayfaları birer birer. 22. sayfa... Aşk, sevmek, sadakat, inanç, hayaller... Hep, uzak yarınlara adanmış büyük kelimelerle başlıyordu cümleler. Birden bire heyecanlandım. Öyle cümleler vardı ki, okuduğum an, mutluluk taneciklerinden birine rastladığımı sandım.

Diyordu ki: Sen gittikten sonra anladım yerinin değişmezliğini içimde. Sen gittikten sonra anladım gerçekten hayatımın sonuna kadar birlikte olmak istediğim kişinin sen olduğunu. Ama işte her şeyi sen gittikten sonra anladım. Doğum günümdü. Bütün dostlarım, sevdiklerim... Herkes yanımdaydı. Birden bir şeylerin eksikliğini hissettim. Aramamıştın beni sabahtan beri. Bir şeyler eksikti içimde. Boşluk, aramayacağından emin olduğumda, daha da büyüdü. Gel diyemem artık. Diyemem. Çünkü gitmeye ben zorladım seni...

Sen bilmesen de sana adanmış bir hayat olacak bundan sonra. Belki bir gün hissedersin beni içinde. Belki hissedersin ama hemen uzaklaştırıverirsin aklından; “lanet olsun” dersin. Olsun! Beni bir saniyeliğine bile hatırlayacak olsan, kötü bile hatırlayacak olsan, o anda sırf, sana adanmış bir hayatı yaşıyor olmak isterim. Beni andığını bilmesem de, sen beni bilmesen de, isterim ki ben sana ait olayım o anda. Hepsi bu.

Yazar, nedense kitabın ilk sayfası ile son sayfasını boş bırakmış. Sanki tercihi okuyucuya bırakmış. Öyle ki boş sayfayı görünce insan kitabı kendi yazıyormuş gibi hissediyor. Sanki yazılanlar okurken değişecekmiş gibi, yazılanlar tekrar tekrar okunabilecekmiş gibi, beğenilmeyen sayfalar birer ikişer atlanacakmış gibi, hoşa giden satırlar tekrar tekrar okunabilecekmiş gibi. Peki ya mutluluk tanecikleri? Onların da yerlerini değiştirmek mümkün mü? Ya da kitabın içinden ayıklayıp atmak olası mı? Tekrar tekrar okuyabilir miyiz? Her seferinde aynı mı olur hissettiklerimiz? Yazan mı yaşar hikayeyi, yoksa okuyan mı? Düşünüyorum da, bir yıla kaç mutluluk taneciği sığdırmışım acaba? Nasıl yaşıyormuşum hayatımı? Satır aralarına serpiştirilmiş mutluluklar arasında, hüzünlü bir roman gibi mi yoksa satırlar arasına serpiştirilmiş mutsuzluklar arasında, tutkulu bir hikaye gibi mi? Yazıldığı gibi mi yoksa okumak istediğim gibi mi?

kaynak : http://www.mezun.com/mezunusa/icerik/columnists/mezun_authors/articles.cfm?COLUMNISTID=233&ARTICLE=1242
resim :http://img2.blogcu.com/images/d/i/c/diclece/yasli_20adam.jpg

radyo