
KESİT
"bir resimdi işte
tandan ikindiye sarkan
kara kalem çalışılmış sürekli
ışık yoktu
önünde saçlarımızı tarardık
ölüm müydü o yalınlık
yoktu
ve gamzelerinin türevi
o cânım kırışıklığında alnının
o ceylanda bir yığın kan yazması
yüzün yoktu
hani bütün hüzünlere nesnel karşılık diye
bir sınavda kullanılan su gibi
utangaç ve bir kez daha
acıtarak göğsümün sarplarını
yüzün yoktu
ne çok güz ölüsü böyle
diyorum küllerinde bir ateş çatsam"
İlhami Çiçek
“Adam devasa bir demir kapının karşısında durdu. Her yolu denedi, kapı ne açıldı ne delindi. Adam sabretti ve kapıdan yürek kadar bir parça kopardı. Açılan delikten kendisi geçemezdi. Ama o demirden bir anahtar yontmayı becerebildi.” diye yazıyorum. Yazının yanında aniden bir pencere beliriyor. Demir parmaklıklı… Dışarı çıkamasam da ayaklarımı sallandırıyorum boşlukta. Etrafa bakıyorum. Sonra-sonra, görüyorum. Bu pencereden bakmamla duvarla aramdaki iletişimim değişiyor.
Aşılmaz bir duvar, açılmaz bir kapı, çözülmez gibi görünen bir düğümle karşılaştığımda düşünürüm... Ortada bir kilit varsa anahtarın olması kaçınılmazdır! İlk kilit icat edildiğinden beri onun anahtarlarla, maymuncuklarla vermiş olduğu mücadeleyi, insanoğlunun açmak ve kapatmak için verdiği mücadeleyi düşünmek sabırda sebatıma iyi gelir. Kilit ne denli karmaşık ve güçlüyse; anahtar da o eşdeğerde bir kuvvete her zaman ulaşmıştır! Öyleyse endişelenmek ve umutsuzluğa kapılmak yerine çözümün zamanını öne almak için çalışıp, sabırda sebat etmeliyiz. Zira bir kilidin hükümranlığı; anahtarı bulununcaya, anahtarınki ise yeni ve daha karmaşık bir kilit buluncaya kadardır. Zannımca bu böyle kıyamete dek sürecektir!
***
Bu duvarı kaçıncı boyayışım. Dumanlı ve buğulu… Gri tonda bir astar her rengin arasında… Bu duvar kaç astar daha kaldırır? Kaç küf ve kül… Hüznün tüllerini çekerken ruhuma, sancılı ve huzursuz olan yine ben…
Burada yaşayan her şey gibi acı çekiyorum. Ruhumun dinginliğini bir açıdan buna borçluyum. Fizik kanunlarından pek anlamam ama suyun ve havanın bir direnci olmasaydı sanırım ilerlemek isteyen nesne ne kadar büyük bir güce sahip olursa olsun hedefe doğru ilerlemesi mümkün olamazdı. Rasim Özdenören “Eşikten Duran İnsan”da “Yaşasın duvarlar!” derken bunu kastetmişti sanırım. Varılmak istenilen hedefe doğrultlan bu ilerlemeyi biraz da bizi bu yolun aksi istikametine zorlayan güçlerin yerine göre istem dışı yardımlarına borçluyuz. Böylelikle ters istikametten bize doğrultlan güç dayatması, savrulmamıza mani oluyor da denebilir. Rotamıza doğru savrulmadan ilerlemeyi çevremizi kuşatan bu dirençle kolaylaştırabiliriz şayet bunun bilincine zamanında varabilirsek.
Güçlükler ve kötülükler; karakalem çalışılmış bir resimdeki gölgeler gibi vakti geldiğinde herşey mahiyetinin, varlığının hakkını verdiğinde, aydınlık olanın hayatımızda daha bariz ışımasına vesile olacaklardır. Elbette bu tefekkürüm bizi Polyannacılığa götürmez, götürmemeli... Fakat pasif iyiler, aktif kötüler kadar çalışasalar yani aktif iyiliğin hakkını verseler bu duruma gelmezdik sanırım. Pasif iyiler, aktif kötülerin kötülüklerini beslemeklikleriyle, yapılan haksızlıkların, yaşanılanların sorumluluğuna ortaktırlar. Mazeret üretmekte üstlerine kimse bulunmaz ama bu, vakti geldiğinde bedel ödemekten kurtulacakları anlamına gelmez.
Şahitlik ettiğimiz asrın harici tarihini zahiren gücün sözünü konuşturanlar yazıyor olsalar da dahili tarihe şahitlik eden ve bu tarihin taşlarını şiltenin bir ucundan da olsa tutarak doğrultmaya, daha güzele taşımaya çalışanlar, yakın tarihte böyle gözükmese de harici tarihin değişimine de vesile olacaklardır inşeallah!
Dilsizmütercim:
Meryem Rabia Taşbilek
kaynak : http://dilsizmutercim.blogcu.com/
0 yorum:
Yorum Gönder